Son dönemlerin en korkunç cinayet vakalarından biri, ülkemizin gözleri önünde yaşandı. Aile içi şiddetin tartışma konusu olduğu bu dönemde, bir koca, hamile eşini katledip cesetle 10 gün boyunca yaşadığı evde sakladı. Olay, komşuların kötü kokular nedeniyle polise başvurmasıyla ortaya çıktı. Eşinin kaybolduğuna dair kimseye haber vermeyen adam, yaşadığı psikolojik buhranla yüzleşemedi ve cinayeti gizlemeyi başaramadı. Bu trajik olay, hem toplumda hem de mahkemede büyük yankı uyandırdı.
Haberin ortaya çıkmasıyla birlikte, baskı altındaki ailelerin istedikleri gizliliği koruma açısından yaşadıkları sıkıntılar yeniden gözler önüne serildi. 30 yaşındaki S.A., hamile eşi M.A.'yı henüz 24 yaşındayken bilinmeyen bir nedenle öldürdü. Eşinin kaybolduğunu fark eden komşuları, evden yayılan kötü kokular üzerine durumu polise bildirdi. Olay yerine gelen güvenlik güçleri, ilk başta kayıplara karışan genç kadını aramak adına eve girdiklerinde, tahmin ettiklerinden daha kötü bir manzarayla karşılaştılar. M.A.'nın cansız bedeni, evin bir köşesinde, komşuların kokusunu aldığı şekilde kötü koşullarda bulunmuştu. S.A., evin içinde yaşadığı korkunç gerçeklerle baş başa kalmıştı.
Gözaltına alınan S.A., teslim olduğu ilk günlerden itibaren suçu kabul etmeyerek, cinayetin arkasındaki motivasyonunu açıklamakta zorlandı. Aile bireylerinin ifadesine başvuran yetkililer, evin içindeki otopsi raporu ve eşyalar üzerinden detaylı bir inceleme gerçekleştirdi. Olayın ardından, S.A.’nın ruh hali ve psikolojik durumu hakkında yapılan değerlendirmeler, burada yaşananların sıradan bir cinayet vakasından öte bir dram olduğunu gözler önüne serdi. Mahkeme süreci devam ederken, hem sosyal hem de psikolojik unsurların devreye gireceği düşünülüyor. Soruşturmanın sonucunda, S.A'nin psikolojik tedavi alıp almayacağı konusunda önemli kararlar alınabilir.
Boşanma sürecinde olduğu belirtilen çiftin yaşadığı stres ve geçimsizlik, S.A'nın yaşadığı ruh hali üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu ifade ediliyor. Olayın detayları ile birlikte, toplumda yankı uyandıran bu durum, kadına yönelik şiddetin ne denli tehlikeli bir boyuta ulaşabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi. Yaşananlar, hamilelik gibi hassas bir dönemde, aile içindeki huzursuzlukların ve iletişim eksiklerinin neden olduğu trajik sonuçları da göstermektedir. Bu tür olayların önlenmesi için toplumsal kanaat önderlerine, sosyal hizmet uzmanlarına, ve psikologlara büyük görevler düşmektedir.
Sonuç olarak, bu facia, toplumu sarmalayan vindikasyon atmosferinin yanında, adaletin sağlanması ve gerekli önlemlerin alınması çağrısını da beraberinde getiriyor. S.A. hakkındaki davanın ilerleyen dönemlerde nasıl bir seyre gireceği merakla bekleniyor. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için alınacak tedbirlerin yanı sıra, toplumda büyük bir farkındalık oluşturulması ve gereken eğitimlerin yaygınlaştırılması önem taşıyor. Olayın sonrasında pek çok kişi, böyle bir dramın bir daha yaşanmaması adına neler yapılabileceğini sorgularken, ciddi bir farkındalık hareketinin gerekliliği ortaya çıkıyor.
Bu trajik olayın ardından, yetkililerin ve toplumun, aile içindeki şiddete karşı nasıl bir duruş sergileyeceği merak konusu olmaya devam edecek. Aile içi şiddeti önlemek için atılacak adımlar, gelecekte benzer olayların önüne geçmek adına büyük bir önem taşıyor. Olayın arka planındaki gerçeklerin açığa çıkması, mağdur tarafında yaşanan travmanın atlatılması için de kritik bir adım olacaktır. Yalnızca failler değil, olayın mağdurları da her zaman dikkate alınmalı ve gereksiz yere yaşanan bu acılara son verilmelidir.